top of page
  • LinkedIn - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • Instagram - Black Circle
  • Google+ - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
Featured Posts

Benim Derdim Bana Yeter (mi?)



Merhabalar nasılsınız?

Çoğumuz için zorlu bir kaç hafta geçiyor sanki, kafa karışıklığı had safhada çevremdekilerde. Bu yüzden biraz daha iç dökme gibi bir yazı yazmak istedim ve bu satırların bir kısmını deniz kenarından yazıyorum sizlere, sahilde benden, dalga seslerinden ve kuşlardan başka bir şey yok.

Şunu anlıyorum, farkediyorum birkaç gündür. Benim alınıp, götürülüp, hoş sohbetle kendimden uzaklaşmaya ihtiyacım varmış.

Kendinden uzaklaşmak… Sanki mümkünmüş gibi. İnsan neden kendinden uzaklaşmak istesin ki? Düşüncelerinden, ona ızdırap veren geçmişinden, problemlerinden, anılarından, düşünce patternlerinden, acılarından uzaklaşmak isteyebilir, anlarım. Ama kendinden?

İnsanın kendini sevmemesi ve sevilebilir olduğuna inanmamasıyla bağlantılı büyük ihtimalle.

Ben Foçadaydım bu haftasonu, sağolsun İstanbul’dan gelen arkadaşlarım beni evlatlık edinip dışarı çıkardılar. Çok da güzel oldu nefes aldım bu yoğunluğun arasında. Gece harikaydı ve geç yatmamıza rağmen erkenden kalktım. Böyle sabahları seviyorum çünkü. Sabah erkenden farklı bir yatakta uyanıp kuş seslerini duymak için balkon kapısını açmak ve yatağa üşüyerek geri dönüp yorgana sarılmak…Biraz daha uyuyabileceğini, daha erken olduğunu bilerek huzurla o yatağa gömülmek…

Seviyorum…

Çok seviyorum…

Böyle basit olmasını seviyorum hayatın. Basit mutluluklar, basit düşünmek güzel. Hayatla tekrar bağ kurmak güzel. Zeytin ağaçları, kuşlar, deniz…falan. Ama peki neden o zaman bu iç çekişlerin? Ne fazla?

Belki de karakterinde vardır bu huzursuzluk. Nereye gidersen git, ne yaparsan yap geçmeyecektir belki. Onu kabullenmen gerek belki, kafanın içinden söküp atamıyorsan, belli ki atamayacaksın. Onunla savaşıp anlamaya çalışmayı bırakmalısın.

Olamaz mı? Olabilir.

Çocuk olup çocuk kalmak ne kadar güzel olsa da, bir noktada büyümeli mi insan?

Ne zaman büyür ki insan? İçindeki o “joy” hissi gidince mi anlar büyüdüğünü? Hep kendi kuyruğunu kovalayan yılan gibi o boşluk duygusunu doldurmaya çalıştıkça daha da büyümez mi içinde o boşluk? “Boşluk” u farkettiğinde…Daha da boşalmaz mı için hiç doldurulamayacağını farkettiğinde?

Olamaz mı? Olabilir.

Mutluluğun suyla bir ilgisi var. Belki anne karnındaki ortamımızı hatırlattığı için doğal bir uyuşturucu. Deniz kenarına geldiğimde dalga sesleri ile arama bir şey girmediğinde nihayet huzurlu hissediyorum. Aslında çok da doğru değil bu. Bendeki bir şeyler değişmiş. Daha çok korkar olmuşum. Böcek mi o kıpırtı? Ya arkamdan yılan gelirse? O ıssız yola girersem tecavüze uğrar mıyım? Gibi saçma sapan şeyleri düşünür oldum. Korku bu. Bildiğin korku. Adını koymak gerek artık: Ölüm Korkusu.

Hep var mıydı içimde? Saklıyor muydum bunca sene? Peki neden çıktı şimdi durup duruken? Hayır durup dururken değil. Onunla alakalı olmalı. Onun korkularını almış olmalıyım. Benim korkum değil bu. Onun korkusunu azaltırsam, benim korkum da azalır sanmıştım. Yanılmışım.

Onun korkusu azalmaz giderek artıyor çünkü ve veba gibi bana da bulaşıyor. İkimiz de hasta, bitkin, perişan deli gibi birbirimizi yiyoruz. Yaşayan ölü gibi, zombi gibi birbirimizi yiyerek hayatta kalmaya çalışıyoruz. Oysa ki ben sevmiyorum tadını, yaşayan bir şey değil çünkü, leş gibi tadı, iğrenerek hoşlanmaya, alışmaya çalışıyorum bu tada.

Alışamıyorum.

O bayılıyor, bana. Benim tüm yaşayan yerlerimi yiyip bitirerek bir ölüye dönüştürüyor beni. Ölü sevici Hitler gibi. Plazalara hapsetmeye çalışıyor beni, kurumsal hayat böyle yapar çünkü onda his yoktur, psikopati gösterir ve yaratıcılığımı yiyerek beni normalleştirmeye çalışır (dı).

Artık izin vermiyorum ona.

Değiştim, değiştirdim.

Ve sonra…Güneşi hissediyorum tüm yakıcılığıyla sırtımda, bacaklarım buz gibi oysa. Dokunduğunu, değdiğini yakıyor bilmem kaç bin km uzakta. Bu hayatın bir anlamı varsa eğer çok da uzakta olmasa gerek. Bu güneş ışınlarının içinde saklı olabilir ya da aldığımız her nefeste içimize çektiğimiz atomlarda. Yapıtaşlarımızı değiştiriyoruz da içimizde bir şeyler bu atomlar gibi titriyor.

Kendi çekirdeğinin etrafında dönen elektronlar gibi biz de dönüp duruyoruz işte. Nesi garip ki bunun? Olsa olsa farkında değilsindir, hepsi o. Hissetmiyorsundur. Fark etmiyorsundur. Dönüp duruyorsundur. Sonra bu baş dönmesi geçsin diye biraz daha içip bari kontrollü dönsün, başımı bir tek ben döndürebilirim, ben kontrol etmeliyim diyorsundur.

Olamaz mı? Olabilir.

Peki bütün bu kontrol yanılsamasının içinde, içinde bir yerlerde kontrol edemediğin şeylerin korkusuyla yaşamdan kopuk hissediyor olamaz mısın?

Etrafındaki sesleri susturmak için kulaklığını tak. Görmek istemediklerini görmemek için güneş gözlüğünü tak. Tüm deliklerini kapat. Kendini kendine hapset.

Bunu mu istiyorsun gerçekten? Oysa sana o deliklerden hayat akıyordu ve tekrar akacak eminim.

Yani olamaz mı?

Olabilir:)

Vazgeçmeyen içinizdeki çocuklara ithafen,

Sevgilerimle,

Gizem


Recent Posts
Follow Me
bottom of page