top of page
  • LinkedIn - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • Instagram - Black Circle
  • Google+ - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
Featured Posts

SEVMEKTEN KORKMA!



"Bizler...

gökyüzündeki mavilikleri görmeye hasret... her bakışta gözlerimizi kısmak zorunda olmak güneşe, ne zor... ne ağır...

Oysa, o güneşin parlaklığına inat tüm gücümüzle açabilsek gözlerimizi kapatmamacasına. ve izin versek de girse o sıcaklık yüreğimize, hissetsek, benimsesek, bir parça yapsak o sıcaklığı... ne zor... ne anlamsız...

Bir kere izin versek kelebeklerin üzerimizden uçmasına, bir kere farketsek güzelliklerini, hayatımıza katacakları yaşama sevincini... Ama biz bundan korkuyoruz işte...

Birileri gelecek, yüreğimize, hayatımıza yerleşecek ve biz ondan vazgeçmek istemeyeceğiz... İşte bundan. Bundan bütün kaçışlar, bütün mağrurluğumuz...

Bize göre güçsüzlüktür çünkü birilerine bağlanmak, sevmek, hayatında bir parça olduğunu ve onsuz herşeyin boş olacağını hissetmek... İşte bundan tüm kaçışlarımız...

Bize göre güçsüzlüktür çünkü bunun adı. Ama bilmeyiz ki; hayatımızda olması için savaştığımız zaman asıl güçlü oluruz... o zaman anlarız değerini sevginin ve paylaşımın...

Ve o zaman değer bulur yaşamak... Mücadele ettiğimiz sürece varız. Oysa... Gitme diyecek kadar bile yürekli olamayız... İstesek de yapamayız bunu...

Dedim ya; umarım birgün kaybettiklerimiz için acı duymayı öğreniriz. Çünkü o zaman değerini anlarız elimizdekilerin.

Ve o zaman belki mutluluğun, elimizden, bir balık kayganlığında kayıp gitmesine izin vermeyiz... Avuçlarımızı sımsıkı kapatmayı öğreniriz belki birgün... "


Hepimiz genel anlamda mutlu olmak, sevmek ve sevilmek istiyoruz değil mi? Yok Gizem ben mutsuz olmak istiyorum, hatta bundan çok hoşlanıyorum diyen var mı aramızda? Varsa benim uzmanlık alanımın dışında kalıyor çok üzgünüm. Konu ne zaman aşka gelecek diyenleri daha fazla bekletmek istemedim, işte buyrun birlikte düşünelim:)

Çok basit bir soru soracağım sana: Mutlu musun?

"Nevrozlu insan bilinen mutsuzluğu, bilinmeyen mutluluğa tercih eder." diye bir cümle okumuştum bir kitapta. Ve düşünmüştüm aslında çoğumuz bunu yapıyoruz diye, biraz şaşırarak, biraz da içim burkularak.


İşte baharın ve yazın gelmesiyle tatlı bir telaşa düşüyor musun? Yeni to-do listler yapıyor, yeni bir ben hayaliyle yanıp tutuşuyor musun yoksa? Ya da spor salonlarında daha fazla vakit geçirip, tatil planlarını yapıyorsun belki? Belki de her pazartesi diyete başlıyorsun kimbilir? Yeni bir ilişki de istiyor olabilirsin mesela, sevmek, sevilmek, canlı hissetmek? Çok mu klişe? Yani yapma demiyorum, hobi olarak gene yap:)

Biraz da bunlardan bahsetmek istiyorum izninle. Madem ki baharın gelmesi bizim için bir dönüm noktası (ki bence değil:) o zaman bir şeyler yapmamızın tam sırası! Şimdiden Nisan ayı geldi de geçti bile. Gerçekten, ne oldu o Ocak ayının ilk haftasındaki hedeflerine? Hayatında yeterince sevgi var mı? Yeterli hissediyor musun? Peki değerli?

Eğer sen de yaşam partnerini henüz bulamayanlardansan ve bu durumu dert de ediyorsan hadi birlikte irdeleyelim nedenlerini nasıllarını. Ne dersin?

"Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer, Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme!” – Rumi

Aşk beynimizde salgılanan kimyasal hormonların bir etkisi. Tabii ki bu hormonlar azalıyor sonraları, yerine yenileri geliyor ama tutkuyu kaybediyoruz değil mi çoğu zaman? Başka şeyler koyuyoruz yerine. Koymak istiyoruz. Bazen başarıyoruz, bazen de başaramıyoruz da içimizde o kocaman boşluk hep kalıyor.


Belki de karşındaki kişi duygularıyla uzlaşamadığı için duygusal yönden gelişememiş, belki de duyguları hakkında kendine yalan söylüyor. Duygusal problemlerini bilinç altında gizlediği için de kendine olan güvenini yitirmiş. Farkında değil misin belki de senin yardımına ihtiyacı var? Ona daha anlayışla yaklaşmak, problemlerini çözmesi için ona yardımcı olmak istemez misin? İşte sevmek ve sevilmek bu kırılganlığın hemen arkasında sana daha önce hiç tatmadığın hisleri vaadediyor belki, yeni serüvenleri. Hazır mısın?


Belki de aşk acısı çekiyoruz, ve anlatamıyoruz derdimizi kimseye…

“Binlerce kelime, onlarca hikâye var boğazımda düğümlenmiş. Susuyorum konuşmam gereken yerlerde; dilimi tutamıyorum ne zaman susmam gerekse. Anlatacak çok şeyim olsa da, emin değilim anlaşılmak istediğimden.”

Antropologlar ve nörobilimciler beynimizi bu konuda 3 e ayırıyorlar. Şehvet, Aşk ve Bağlılık. Aynı anda birden çok kişi sevebiliyoruz, karar veremiyoruz bazen. Bunlar gayet doğal, insani şeyler. Yapacağımız seçimlerde her sosyolojik ve psikolojik olgunun tesiri var da yıllardır çöüzlmeyen soruyu soruyum bu aralar kendime: İnsanlar neden sever?


Çok basit, hatta saçma gibi görünen bu soru aslında sandığımızdan daha derin, hadi sor kendine sen neden seviyorsun?


Küçük Prens’I her okuduğumda beni derinden etkileyen, belki de bu sorularımıza cevap niteliğinde şu paragrafı sizlerle paylaşmak isterim. Üzerinde düşünmeye gerek var eğer sevmek, sevilmek, evcilleşmek ve karşımızdakiyle bir bağ kurmak istiyorsak:

Evcilleştirmek unutulmaya yüz tutmuş bir şey, dedi tilki. "bağ kurmak" anlamına gelir...Sen benim için henüz küçük bir çocuktan başka bir şey değilsin, senin gibi yüzbinlerce küçük çocuk var. Benim sana ihtiyacım olmadığı gibi, senin de bana ihtiyacın yok. Ben senin için sadece yüzbinlerce tilkiden biriyim. Ancak sen beni eğitirsen, biz birbirimize ihtiyaç duyarız. O zaman sen benim için dünyada tek olursun. Ben de senin için dünyada tek olurum.

"İnsan yalnızca evcilleştirdiklerini anlayabilir" dedi tilki. "İnsanların artık herhangi birşeyi anlamak için zamanları yok. Herşeyi hazır halde dükkanlardan satın alıyorlar. Ancak hiçbir dükkanda dost satılmadığı için, onların artık dostları yok. Bir dost istiyorsan evcilleştir beni."

Tilki sonra şöyle der: "Çok sabırlı olmalısın. Önce benden biraz uzağa çimenlere oturacaksın. Göz ucuyla sana bakacak, gizlice seni seyredeceğim ve sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Hergün biraz daha yakınıma oturacaksın."


Sevmekten korkuyoruz çoğu zaman, acı çekmek istemiyoruz. İçten içe sevdiğimiz kadar sevilmemekten korkuyoruz belki de. Kendimize güvenemiyoruz. Ama sevgiyi bu kadar da güzel ve heyecanlı yapan da bu belirsizlik değil mi? O havuza atlamak istiyoruz!

Sevdiğimiz kişi kim olursa olsun, ister arkadaş ya da dost, o başka insandır. Hem yadırganan hem de heyecan veren budur. Arkadaşın yabancılığı, başka bir insan oluşu, bizim bizzat yaşamadığımız veya yaşamaya cesaret edemediğimiz şeyleri öğrenmemizi sağlar.


F. Nietzsche’ye şu anlamlı paragrafı yazdıran da aşk değil de nedir?

"Hayatını tekrar tekrar aynı hayatı yaşayacakmışsın gibi yaşa, istemediğin bir durumla karşı karşıya kalmışsan ve buna boyun eğiyorsan, diğer hayatlarında da aynı şeye boyun eğeceğini düşünerek, sen en güzeli boyun eğme, bu böyle gitmez! Bir şeyi çok mu istiyorsun, ama buna cesaret edemiyor musun? Diğer hayatlarında da bu şeyi çok isteyip hiç bir zaman cesaret etmediğin için ulaşamaycaksın, o yüzden sen en güzeli aş kendini, yap yapmak istediğini ki sonunda en mutlu şekilde yaşayabileceğin bir kısır döngü oluşturabilmiş ol."

Eski kızgınlıkları, küskün suskunlukları, soğuk konuşmaları, büyüklük taslamayı sona erdireceğimiz, suçlunun kim olduğu sorusunu bir kenara bırakacağımız, birbirimize doğru adım atacağımız ,yeniden birbirimizle konuşabilmeyi öğrenebileceğimiz bir zaman gelecek umarım. Çünkü konuşmamak tüm ilişkileri öldürür! Konuşmak sevginin oksijenidir. Ve ancak bu oksijenin derinlerden gelmesi şartır, aksi halde boş lakırdıya dönüşür ve tüm yanlış anlamaların kaynağı olur.


Hadi şimdi açın sevdiğiniz şarkıyı, dinleyin, hissedin, içlenin biraz ama korkmayın olur mu? Yazın, çizin, konuşun… Ne isterseniz onu yapın ama her şeye rağmen sevginize sahip çıkın, sevmekten korkmayın, n’olur korkmayın!

PS: TED me serimizin Sevgi temalı konuşmalarını sizler için derlemeye çalıştım. Web sitemden (bu linkten) izleyebilirsiniz, hepsi çok anlamlı, çok enteresan ve çok keyifli!

Cesaret, sevgi ve keyif dolu bir haftasonu dilerim:)


Sevgilerimle,

Gizem

Recent Posts
Follow Me
bottom of page