top of page
  • LinkedIn - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • Instagram - Black Circle
  • Google+ - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
Featured Posts

HEY SEN!


Yavaş yavaş ölürler

Seyahat etmeyenler.

Yavaş yavaş ölürler

Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,

Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Alışkanlıklarına esir olanlar,

Her gün aynı yolları yürüyenler,

Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,

Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Heyecanlardan kaçınanlar,

Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı

Görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,

Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,

Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına

Çıkmamış olanlar

Yavaş yavaş ölürler…

Martha Medeiros

Çok sevdiğim bir şiirdir. Pablo neruda'nın sanılır, ama değildir. Bildiğiniz gibi kurumsal hayatı bırakalı bugün tam 3 ay geçti. Bu durumu gözünüze sokar gibi yapmak istemediğim için kendimi biraz durdurmaya çalışıyorum fakat namümkün… Her hücrem öğrendiklerimi ve deneyimlerimi paylaşmak istiyor, çünkü ben artık hayatı böyle yaşamaya karar verdim, yani paylaşarak. İlk yazıma buradan ulaşabilirsiniz, o gün bugündür paylaşmadan duramıyorum:)

Yeterince uzun zamandır kariyer, yaratıcılık ve gelecek koçluğu yapıyorum, artık yeni mesleğim bu biliyorsunuz. Çok uzun zamandır kendimi hazırladığım ve çalışmalar yaptığım bu konuda çok güzel insanlarla tanışıp onlarla geleceği değiştiriyoruz! Tüm önyargılarınızı bırakarak aslında sizi gerçekten dinleyen bir kişi nasıl oluyor onu gözlemleyebilseniz, eminim hepiniz bir koçla çalışmaya başlarsınız:) Gerçekten!

Bu yolda birlikte yol aldığım herkesi çok seviyorum ve her biri benim için çok ama çok özel! Birlikte aldığımız yol ve her görüşme sonrasında gözlerindeki o ışıltıyı görmek bana mutluluk ve güç veriyor daha da iyi olmam için, daha iyi bir gelecek için umudum artıyor. Konferanslara gidiyorum, eğitimlere devam ediyorum, yaratıyorum, keşfediyorum, öğreniyorum….İnsan en iyi diğer insanlardan öğrenir demişti bir üstad vakt-i zamanında. Çok doğru… İnsanlar ve hisler bizi daha önce hiç gitmediğimiz yerlere götürüp, hiç yaşamadığımız hayatları yaşatıp sanki orada onlarlaymışız gibi tecrübe etmemizi sağlıyor çoğu zaman. Çok garip ama gerçek!

"Sadece evcilleştirdiğiniz kişiyi anlayabilirsiniz. İnsanların hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Herşeyi dükkandan satın alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni. - dedi Tilki Küçük Prens'e

Herkes iyi bir insan olmaya çabalıyor, ya da çabalamıyor…Zaten iyi bir insan olmak ne demek gerçekten? İyi olabilir miyiz %100? Bana bu nedense imkansız gibi geliyor, zaten amaç limit sonsuza yakınsarken onun türevini alabilmek, yani buna çabalamak. Fen Lisesindeyken bize bazı formüllerin olamayacağını ispatlatırlardı. O zamanlarda oldukça saçma gelirdi bu…Bir şey yoksa yoktur, olmadığını neden ispatlamam gerekiyor ki diye düşünmüştüm bir süre, sonra vazgeçtim zaten:)

Şimdi dönüp baktığımda bunun ne kadar da gerekli olduğunu görebiliyorum hayatımda, ilişkilerde, iletişimde, her şeyde! Çünkü bir şeyin olmadığını ispatladığınızda gerçekten de rahatlıyorsunuz:) Mesela en basit örnek olarak şunu verebilirim. Bu hayatta ne yapmak istediğimizi bilmiyoruz, çünkü biz de hayat da hızla değişiyor, tabi ki isteklerimiz ve tatmin seviyemiz de. Fakat her gün ne istemediğimizi deneyimliyoruz değil mi?

Bu parayla çalışmak istemiyorum, yöneticimin bana bağırmasını istemiyorum, sabah daha gün aydınlanmamışken uyanmak istemiyorum, insanların saygısızlık yapmasını istemiyorum, kavga istemiyorum, savaş istemiyorum…..Bu listeyi uzatmak mümkün, durmayın siz de ekleyin ne istemediğinizi. Çünkü asıl zor olan ne istemediğinizi yazmak değil, ne istediğinizi keşfedebilmek... Keşfetmek diyorum çünkü benim asıl hayalim de buydu hatırlarsınız, insanların ne yapmak istediklerini ve neler yapabileceklerini onlarla birlikte keşfetmek, bu yolculukta birlikte güzel adımlar atmak, daha güzel bir geleceğe doğru. Son 3 aya bakıyorum da epey yol katetmişiz birlikte:)

Bu arada zaten bir şeyin olduğunu ispatlamak, olmadığını ispatlamaktan çok daha zor! Biraz düşünürseniz hak verirsiniz bana belki. Hayatınızı, işinizi, sevdiklerinizi, arkadaşlarınızı, dostlarınızı düşünün…Shawshank Redemption filmini izlediniz mi bilmiyorum, izlemediyseniz kesin izleyin. Umut hakkında çok derin anlamlar barındırıyor içinde. Bizim coğrafyamızda zaten atasözlerimiz bu konuda aksine tez yazmaya oldukça müsait “bugün var yarın yok”, “babana bile güvenme”, “yarın ne olacağımız belli mi” (pardon bu anne sözü oldu) … Gayet doğal bu düşünceler, yalnız değilsiniz, ve fakat ne istediğinize karar verebilirsiniz, umut etmekten vazgeçmeyin! Tabii ki bu konuda bir şeyler de yapın:)

"Some birds aren't meant to be caged, their feathers are just too bright” – Shawshank Redemption

Köye yerleşeyim, şehirden uzaklaşayım, bar açayım, café açayım, zengin olayım, ya da hiç param olmadan yaşayayım….Bir sürü kendini paradokslayan şey duyuyoruz etrafımızda, ya da biz söylüyoruz değil mi? Ben gerçekten isterse, insanın her istediğini yapabileceğine inananlardanım. Aslında Goethe Faust’ta çok enteresan bir replik yazmıştır: Neden bu amaçsız yaratılış, yok olacaksa bir gün her yaratılmış… diye. Ben hepimizin bu hayatta bir amacı olduğuna inanmak isteyenlerdenim. (Belki de bir mühendis için çok naif ama gerçekten de inanıyorum.)

"Sizinle, bir süredir kafamı meşgul eden bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. Bu düşünce aklıma sizin türünüzü sınıflandırmaya çalışırken geldi ve anladım ki sizler aslında memeliler sınıfına dahil değilsiniz. Bu gezegendeki tüm memeliler, yaşadıkları çevre ile içgüdüsel olarak bir denge kuruyorlar. Ama siz insanlar öyle değilsiniz. Bir bölgeye yerleşiyorsunuz ve çoğalıyorsunuz, tüm doğal kaynakları tüketene kadar çoğalıyorsunuz. Canlı kalabilmenizin tek yolu başka bir bölgeye yayılmak. Bu gezegende bu şekilde yaşamını sürdüren bir organizma daha var. Ne olduğunu biliyor musunuz? Virüsler. İnsanlar hastalıktır. Bu gezegenin kanserleri. Sizler vebasınız. Ve bizler de bunların ilacıyız. - Matrix Ajan Smith

Kolaya kaçıyoruz çoğu zaman, hatta acıdan kaçınıp hazza yakınsıyoruz. Acı çekmemek için bazen hissetmemeyi seçiyoruz. Aman konuşmayayım, aman kızmayayım, aman sinirlenmeyeyim, aman acı çekmeyeyim diye diye gerçekten de oturduğumuz yerden senaryolar üretmeye bayılıyoruz. Buna literatürdeki adıyla Hedonizm ve Nihilizm karışımı diyorum ben. Her sabah bir doz alarak devam etmeye çalışıyoruz.

İyi de acı o kadar da korkulacak bir şey değil, inanın acıyor ama geçiyor. Fakat eğer o kısa süreli acıyı çekmezseniz (diş ağrısı gibi) çok daha kötü acılarla uzun zaman başa çıkmanız gerekiyor. Ve fakat biz dişimiz ağrımadıkça dişçiye gitmiyoruz, gittiğimizde de çok geç oluyor…O sızıya senelerce katlanıyoruz. Korkuyor muyuz? Muhtemelen evet:) Merak etmeyin yalnız değilsiniz hepimiz bunu yapıyoruz. Dişçiye ya da göz doktoruna gitmeyen insanlara psikolog ya da koç a gitmenin yararını nasıl anlatabilirim ki diye düşünüyorum. Tüm argümanım şu: Bence deneyin! Gerçekten de inanamayacaksınız:)

Tam da bu sorgulamalarda çok önceden izlediğim bir film repliği eşlik etti bana bir üstadım vakt-i zamanında söylemişti: “Her şeyi olan bir adama ne verebilirsin ki?” diyordu The Game filminde, bunu çok uzun zaman düşündüm, belki bir şey veremezsin ama çok şey alabilirsin o insandan….Satrancı çok severim ben. Küçükken odaklanma sorunum(!) olduğu için tavsiye etmişti doktorlar. Sonradan odaklanma sorunum olmadığı, aynı anda yüzlerce şeye odaklanabildiğim ortaya çıktığında ise zaten ben çok da şaşırmamıştım:) Ama satrancı hala çok severim. Ve söz konusu oyunsa genelde kazanmak isteriz, ben ise aksine kaybetmeyi severim. Çünkü kaybettiğimde bir şeyler öğrenirim. Garip ama gerçek:)

Bazen bizim için çok önemli taşlarımızı vermek zorundayızdır oyunu kazanmak için. Benim için at, senin için fil, onun için kale…Hep kurban ederiz bizim parçamızı karşı tarafın daha güçlü sandığımız taşlarını alabilmek için, oyunu kazanmak için. Hep en sevdiklerimizi kurban ederiz bu oyunda kazanmak(!) için. İşte ben buna karşıyım sanırım! Hep bu minvalde olacak değil tabii ki, rakiplerimizi kendimizin seçeceği, taşları ve satranç tahtasını bizim dizayn edeceğimiz, zamana ihtiyaç duymadığımız oyunlar da olacak, gerçekten zevk aldığımız, gerçekten kaybetsek bile kazandığımız ve öğrendiğimiz...

Siz en iyisi bu hayatta güzel oyun arkadaşları edinin, hayatı ve yaşamı birlikte deneyimlediğiniz, size ilham ve mutluluk veren. Unutmayın biz kendimizi insanlar arasında insanlarla deneyimliyoruz. Bu güzel yolculukta yol arkadaşlarınızla size çok ama çok güzel bir yolculuk diliyorum:)

"Together we stand, divided we fall… - Pink Floyd

PS: Bu yolculukta olur da güveneceğiniz bir yol arkadaşı istersiniz, ben her zaman buradayım:) Take the red pill:)

Paylaştığınız için çok ama çok teşekkür ederim:)

Sevgilerimle,

Gizem


Recent Posts
Follow Me
bottom of page