top of page
  • LinkedIn - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • Instagram - Black Circle
  • Google+ - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
Featured Posts

Umudum Da Yok, Enerjim De...



Son zamanlarda aldığım maillerin ve mesajların özeti.

Kaç kişiden duydum bir bilseniz.

Maalesef güzel yurdumun üzerinde kara bulutlar dolaşıyor uzun zamandır hiç olmadığı kadar. Ve bu karanlık bizim umudumuzu Lost’daki Kara Duman gibi iliklerimize kadar sömürüyor.

“Her insan, ya yaratıcı fedakarlığın ışığında, ya da yıkıcı bencilliğin karanlığında yürüyüp yürümeyeceğine karar vermelidir.” - Martin Luther King

Helikopterler, sonik patlamalar, o kadar vahşet, ölüm, belirsizlik, kaos bizim artık pamuk ipliğine bağlı sabrımızı ve umudumuzu iyice zorladı.

Mahsur bırakıldık, geleceğe dair kaygılı gözlerle birlikte ağladık. Kimimiz “normal” hayatlarına döndü, kimimiz hala olanların etkisi altında.

Konuşulan konular arasında “Yurtdışında nereye kaçalım, göçmenlik nasıl alınır, Ankara antlaşması, Ege’ye mi yerleşsek, çocuklar ne olacak, ülkemiz nereye gidiyor, neler olacak” üst sıralarda. Neler olduğunu anlayamayan insan sayısı ise çoğunlukta.

Gayet doğal...

Polyannacılık oynamayacağım, pek sevmem zaten. Fakat yine de akıl sağlığımızı koruyarak bilimle, felsefeyle, psikolojiyle, yaratıcılığımızı kaybetmeden bu krizden nasıl kurtulabiliriz onu konuşalım mı, ne dersiniz?

Kendimizi yalnız hissetmeden. Zorlamadan, usulca saralım mı yaralarımızı?

Birlikte çalıştığım danışanlarımın ve arkadaşlarımın korku ve kaygılarını dinlerken, en azından bir umut ışığı olabilir belki diyerek naifçe, elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Çünkü aramızda bazıları hala önemli ve kalıcı değişiklikler yaratmaya çalışıyor bu dünyada. Nerede doğmuş olursak olalım, adımız, cinsiyetimiz, etniğimiz ne olduğuna aldırmadan, huzur ve barış içinde, insanlık için çalışmak istiyoruz. İyileştirmek istiyoruz.

Fakat bunu nasıl yapacağımızı bilmiyoruz.

Bizler tam da şu sıralar fikir çağında yaşıyoruz. Paylaşma, yayılma ve kabul görme şekillerinin değiştiği kritik zamanlarda…

Ama elimizden bizi biz yapan en temel ihtiyacımız: güvencemiz alınıyor. Kendimizi güvende hissedemiyoruz bu günlerde.

Metroya binerken korkuyoruz, metrobüse binerken korkuyoruz, işlerimize giderken korkuyoruz, dönerken korkuyoruz...En güvende sandığımız yuvamızda korkuyoruz.

İçimizdeki boşluktan dert yanarken, o boşluk korku ve kaygıyla dolmaya başladı. Sanki o his korkuymuş ama daha farklı, daha sakin bir korku gibi sanki, enerjisiz. Ve buna bir anlam veremiyorsun. İç huzursuzluk yaratıyor.

Atatürk Havalimanı'ndaki terör saldırısından kılpayı kurtulmanın üzerine, savaş sanırım böyle bir şey dedirten uykusuz bir haftasonundan sonra biraz zorlanmadım dersem yalan söylemiş olurum. Bunları gece yazarken bambaşka bir gündem geldi bile. Neredeyse bu yazıyı yayınlamayacaktım ama dediğim gibi. Vazgeçmek yok.

Hiçbir şey sabit değil ve çoğu şey kontrolümüz altında değil. Tanıdığımız dünya yok oluyor. Ve bu yokoluş bir inception vari sürreal bir dünya yaratıyor bizler için. Farkındayım.

Sanki başkalarının oynadığı satranç oyununda kaybedilip kaybedilmediğimizin bile önemi olmayan bir piyon gibi hissettiriliyoruz. Ve bu da kendimizi iyice değersiz hissettiriyor maalesef. Ama hani ben zekiydim? Hani yaratıcıydım? Hani önemliydim? Benden nasıl bu kadar kolay vazgeçerler. Ben bir hayvanın ayağına bassam özür dilerim, içim acır. Bu kadar cahil olunabilir mi?

Olunuyor. Sadece bizim ülkemizde de değil üstelik. Bir yandan inovasyon ve teknolojide çığır açarken, bir yandan da saçmalıklar çağı yaşıyoruz adeta.

Popüler kültür aptallığı derinleştiriyor. İyi düşünen insanlar genellikle elitizm ile ya da daha da kötüsü "entellikle" suçlanıyorlar. Entellektüel olmanın aşağılama sayıldığı nadir yerlerdeniz. Ve etrafımdaki en zeki insanlar en kırılganlarımız.

Ama sen bunları zaten biliyorsun.

Hissettiğin ne varsa, korku, endişe, acı, kaygı, öfke lütfen bastırma. Farkına var. Bu süreci kendimiz için bir fark etme ve kendimizi tanıma süreci olarak ele alalım.

Neye tepki verdiğimizi vereceğimizi bilemiyoruz. Bir boşluk var içimizde ama ne kadar derinde olduğunu bilemiyoruz. İzle lütfen kendini. İzin ver ağlamaya. Çok mutlu olmak zorunda değilsin, olgunlaşıyoruz, yaşımızdan önce büyütüyor bu olaylar bizi.

Uyanmamız için de aynı Inception filmindeki gibi tutunacağımız birşeyler gerek.


Ailen, işin, çocuğun, yeğenin, o hep yazmak istediğin kitap, hayalin, kedin....Bizi geleceğe bağlayan ne varsa sıkı sıkı tutunmamız ve kendimize hatırlatmamız gerekiyor.

There are two types of pain. One that hurts you and the other that changes you.

Periscope’un kurucusu ne zaman bu fikri buldu biliyor musun? Gezi olayları sırasında tesadüfen İstanbul’da olduğu günlerde. Ve bu fikri hayata geçirdi sonrasında. Krizleri bu hayata anlam yaratacak yeniliklere dönüştürmek elimizde. Burada ya da başka bir yerde.

Bu krizler, gezegenimizin ve hayatımızın gerçek değerini, evrendeki konumumuzu ve çok derin düşünceleri bizlere beklenmedik bir anda sunabilir. Beklenmedik şeyleri bulmak güzel. Daha da fazla şaşırabilir, şaşırtıcı derecede güzellikler getirebiliriz bu dünyaya.

Bu zamanı biraz daha dünya insanı olmaya çalışarak atlatalım, ne dersin? O geliştirmek istediğin yabancı dil için çalışmaya başla. Udemy, Coursera gibi online kurs alabileceğin yerlerden kendin için bir çalışma programı belirle. Yurtdışı kontaklarınla tekrar bağlantıya geç, kendini ve hissettiklerini anlat, gerekirse olasılıklara açık olduğunu belirt.

Uyku düzenin bozulmuş olabilir, önce onu düzenlemek gerekiyor. Sağlıklı düşünebilmek için uykuya ihtiyacın var ama uyuşturmaya değil. Alışverişe biraz ara ver mesela. Kendimizi kötü hissettikçe bir şeyler satın alarak daha iyi hissetmek isteriz. Tüketmekten ziyade biriktirme zamanı olsun bu. Elinden ne geliyorsa.

LinkedIn i daha aktif kullan, buradaki gruplara üye ol. Profilini güncelle, mümkünse İngilizce olsun. CV ni de aynı zamanda...Krizler fırsatlar yaratabilir ama bunun için kendimizi uyuşturmadan gözlerimiz ve zihnimiz açık olmalı.

Pes etmek mi? O da nesi? Yok öyle, o kadar kolay değil.

Uzaya çıkmadı mı insan? Neden mi önemli bu, çünkü ilk defa dünyamızı gördük. Onun hareketsiz, katı, düz, sağlam ya da yok edilemez bir yer değil de küçük ve kırılgan olduğunu gördük. Öylece karanlık boşlukta asılı dönen hassas görünen bir küre…

Tohum ekmeye devam edelim biz. İptal edilmezse, 7 yaşındaki yeğenimi bilimle tanışması için Gökyüzü ve Bilim Festivaline götüreceğim Ağustos'ta...Aslında ne kadar küçük olduğumuzu anlaması için. Ve etrafında hala yaratan üreten bilim insanlarını görmesi için. Hack n Break'e, Türkiye'nin ilk açık İnovasyon Kampına gideceğiz. İzmir'e...Paylaşacağız, üreteceğiz, öğreneceğiz. (www.hacknbreak.com)

1990 yılında, dünyamızın 3,7 milyar mil uzaklıktan Voyager I tarafından güneş sistemimizi terk etmeden hemen önce bir fotoğraf çekildi. Dünyamızı belki de evrenin sonsuzluğunda öylece bir başına gösteren en iyi fotoğraflardan biri. Buna iyi bakın.


“Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz.

Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yozlaşmış siyasetçi, her süperstar, her “yüce önder”, her aziz ve günahkâr onun üzerinde. Bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.

Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular.

O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.

Afra tafralarımız, hayali benmerkezciliğimizin, ve evrende ayrıcalıklı olduğumuza dair yanılgımızın boyunun ölçüsü bu soluk ışıklı nokta tarafından alındı.

Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.

Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer.

Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza."

Carl Sagan


Bizler tepemizde ne kadar jetler uçsun, etrafımızda hangi oyunlar dönüyor olsun, kozmos kendi düzenine devam edecek.

Peki bizler, o mavi donuk noktada yaşamaya çalışan kırılgan yaratıklar. İnsanlar. İnsanların en çok istedikleri şeyler nedir biliyor musunuz? Özlenmek isterler, ilgi görmek isterler, sevilmek ve sevmek isterler, önemli hissedilmek isterler. Orada olamadıkları gün özlenilmek isterler.

“İnsanın ulaştığı noktada, bilimsel görüşlerin son noktaya ulaştığını, son zaferlerimizi elde ettiğimizi, doğada çözülecek herhangi bir gizemin kalmadığını, keşfedilecek yeni dünyaların tükendiğini düşünmek kadar ölümcül birşey yoktur.” - Humphrey Davy

(19. yüzyılda yaşamış bilim insanı)

Hadi sosyal medyadan, bilgi kirliliğinden biraz uzaklaşalım. Farkındayım yalnız başa çıkmak zor. Birbirimize hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Ne olur sahip çıkalım bu değerlerimize, birbirimize. Sevdiklerimizin kıymetini bilelim ama en çok da kendimizin kıymetini bilelim bu dönemde.

Çünkü her ne kadar toprağımızı ya da saksımızı değiştiremiyor olsak da filiz vermeye ve büyümeye devam etmemiz gerek, belki başka bir topraklarda, daha ılıman, daha barışçıl, daha verimli topraklarda meyve vermeye devam edeceğiz. Kurumayın, kurutmayın hayallerinizi, umutlarınızı ve yeteneklerinizi. Lütfen.

Paylaş kendini, bildiklerini, yeteneklerini. Bunu nasıl yapacağını bilmiyor musun? Yazarak, konuşarak, gruplar kurarak, diğer insanlarla bağ kurarak. Çok mu azız? Paretoyu unutma.. Dünyadaki %20 insan %80 etki yaratıyor. Etki yaratmak gerek. Birbirimize sahip çıkmamız gerek.

Merak etme bu ülkede güzel şeyler de oluyor ve olacak. Tabii ki daha yazımı yazarken bile gündem değişti. O kadar hızlı değişim içinde B, C, D planlarımızı hazırlamamız gerek. Senin çabalarınla, bilimle, çağdaşlıkla, üretkenlikle, yaratıcılıkla, sevgiyle, şevkatle, vicdanla...

Paylaşmak her zaman iyi gelir, unutma.

Özgürce ve sevgiyle paylaşabildiğimiz güzel günlere...


PS: Yazımın bazı bölümleri şu an yazmakta olduğum kitabımdan...Bakalım bu gidişatta yayınlatabilecek miyim:)

Ne zaman istersen bana yazabilirsin, yalnız değiliz. Bizler sayıca az da olsak çok güzeliz. İnancın azalmasın insanlığa. Bu zor günler geçecek, geçmeli.

Sadece umut ederek değil, kendin için harekete geçip aksiyon alarak. Uyuyarak değil, uyanarak.

Kendin olduğun için, umudunu kaybetmediğin için, önemsediğin, okuduğun ve paylaştığın için çok ama çok teşekkür ederim.

Sevgilerimle

Gizem

Recent Posts
Follow Me
bottom of page