top of page
  • LinkedIn - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • Instagram - Black Circle
  • Google+ - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
Featured Posts

Bizimkisi Modern Sisifos* Hikayesi, Siyah Beyaz Film Gibi Biraz



* "Sisifos Efsanesi" yüzyıllar boyunca birçok düşünür ve yazarın ilgisini çekmiş bir mitolojik kavramdır. Benim de oldukça ilgimi çekiyor açıkcası. Umarım birlikte üzerinde düşünerek keyif alırız. O halde başlıyoruz...

Sisifos, Homeros`a göre ölümlülerin en bilgesiydi. Korinthos şehrini kurmuş, oranın kralı olmuş ve ülkesini adaletle yönetmiştir. Tanrıları kızdırması sonucu ona müthiş bir ceza vermişler.

Ceza şu: Sisifos; çapı bir insan boyunu geçen, silindir biçiminde olan, büyük, uzun, yuvarlak, mermer bir taşı itip-omuzlayıp, yüksek, dik ve çıplak bir dağın tepesine çıkaracak. Fakat Sisifos taşı tam tepeye çıkardığı zaman, taş ellerinden kurtulup dağdan aşağıya yuvarlanacak. Sisifos ovaya inip taşı tekrar itip-omuzlayıp dağın tepesine çıkaracak. taş tekrar Sisifos 'un ellerinden kurtulup ovaya yuvarlanacak. tanrıların Sisifos 'a verdiği bu ceza ömür boyu sürecek bir işkencedir. Üstünde giysileri olmayan Sisifos; yaz-kış, gece-gündüz demeden bu sonsuz ve bitimsiz işkencesini çekecektir.


Tanıdık geldi mi?

Her sabah yataktan kalkarken kendine bak, banyoya gidişine, yüzünü yıkayıp traş oluşuna, makyaj yapışına…Servise yetişme çabana, serviste 20 dakika uyuyup, uykunun en tatlı yerinde inmek zorunda oluşuna, X-rayden geçiş sırasına, turnikelere, asansörlere……Etrafına da bak lütfen…Ne görüyorsun? İnsanlar mutlu mu yoksa değil mi?

İş deyip geçme lütfen çok önemli ne yaptığın. Küçükken bize “ne yapıyorsun?” diye sorduklarında, “oyun oynuyorum, görmüyor musun?” diye cevap verirdik, büyüyüp üniversiteye başladığımızda “ne yapıyorsun?” sorusuna genelde okuduğumuz okulu ve bölümü söylemeye başladık. Şimdilerde ise bu soruya genelde yaptığımız işi söyleyerek yanıt veriyoruz.

Aslında sorunun anlamı bu olmasa da otomatik olarak bu cevapları veriyoruz değil mi? Neden? Çünkü kendi kimliğimizi artık işlerimizle özdeşleştirip tanımlıyoruz. Bir nevi “kimlik mühendisliği” bu yaptığımız.

"I like to call in sick to work at places where I’ve never held a job. Then when the manager tells me I don’t work there, I tell them I’d like to. But not today, as I’m sick." ― Jarod Kintz

Çoğu kişiyle konuşurken şunu farkediyorum ki ne istemediğimizi biliyoruz, fakat konu ne istediğimize gelince “kafam çok karışık” “karar veremiyorum” noktasında tıkanıp kalıyoruz. Çünkü elimizde olmayanın ve gelecekteki potansiyelin değeri şu an sahip olduğumuzdakilerden daha çekici geliyor bize.


Aman boşver ben yaz tatilimi planlayayım Gizem, 19 Mayıs tatili de geçti yıllık iznimden kaç gün kaldı diyerek de savuşturuyoruz şu anki sorunlarımızı. Ya da belki alışveriş yaparak…Terfi alamadık mı, hak ettiğimiz ücret zammı yapılmadı mı, istediğiniz projelerde yer alamadınız mı, yöneticinizle sorunlarınız mı var…..Yaz geliyor ya ben bir kaç uçak bileti bakayım, bu sene nereye gitsem diyerek de kendimizi acı gerçekten uzaklaştırmak istiyoruz.

"Waiting hurts. Forgetting hurts. But not knowing which decision to take can sometimes be the most painful." — Jose N. Harris

Fakat bugün olan her şeyi çoktan dün sayıyor ve gerçek heyecanı hep bir sonraki müthiş şeyde, bir sonraki sevgilide, işte, projede, tatilde veya yemekte görüyoruz. Bu da sorunlarımıza yönelik en çekici çözümü kaçışa dönüştürmüyor mu gerçekten?

Tabii ki kaçınılmaz olarak bunların da tatmini giderek azalıyor. Müthiş şık giysilerimizi çoğu zaman hiç giymiyor, heyecan duyarak aldığımız ev eşyalarını hiç kullanmıyor, o muhteşem kitapları hiç okumuyoruz (ya da yarısına gelip başka kitaba geçiyoruz)…

"Action may not always bring happiness, but there is no happiness without action." ― William James

Mutlulukla ilgili yapılan bir araştırma beni çok şaşırtmıştı: İnsanların tatilde çok da mutlu olmadıklarını, hatta iş yerlerinden daha mutsuz olduklarını keşfettiklerinde en az sizin gibi ben de çok şaşırdım. Bir dakika nasıl olur? İş yerlerimizde tatilden daha mutlu olamam diyorsanız şaşırmaya hazır olun. Şaşırmak güzel şey, insana özgü:) (Bununla ilgili çok beğendiğim ve ilham veren bir videoyu yazımın sonunda ve web sitemde izleyebilirsiniz) Tatil öncesi o heyecan, o bilinmezlikle bizler çok büyük beklentilere giriyoruz, öyle değil mi? Alışveriş gibi yolculuk da beklenti temelli. Yeni yerler pek çok beklenmedik olaya gebe, esin verici olacak ve başkalaşmış bir “ben” doğacak, öyle mi?…

İstifa etmiş bir insan olarak şunu çok net söyleyebilirim. Özgürleşmenin kendi içinde tatmine yeteceğini düşünüyorsanız, tekrar düşünün derim. Çoğu arkadaşımın istifa ettikten sonra bana gün boyu aylaklık edip hiç çalışmamamı önerdiğinde ben daha çok şaşırmıştım. Çünkü istifa ettikten sonra kurumsal hayattakinden daha çok çalışıyordum, çalışıyordum ama daha mutluydum. Aylaklık yapmak istemiyordum ki, fark yaratmak istiyordum. Kişinin ruhunu mahveden işinden, baskıcı ilişkisinden, kasvetli şehrinden kaçabilmesiyle herşeyin düzelebileceği görüşü yaygın bir yanılgı değil de neydi peki? Özgürlük tatmine direkt götürmüyor, muhtemelen daha çok çalışmaya yol açıyor. (Bırakmak isteyenlere duyurulur:)

Sınırsız fırsat potansiyeli sınırsız seçenek şaşkınlığına dönüştü. Buna tepki olarak da özgürlükten çok dürtüyle davranmaya yönelik derin bir özleme dönüştü. Akıl yerine duygulara uyma, kesin, basit, kolay ve edilgen ne varsa onları seçmeye yönelim oluştu. Yetişkin olmanın zahmetli sorumluluğu, çocukluğun kayıtsız şartsız sevilme, yiyip içme, ninni eşliğinde yatıp uyuma lükslerine yönelik derin bir özlem yarattı. Yani düşününce çok da istenmeyecek şeyler değil, değil mi?

"When I was 5 years old, my mother always told me that happiness was the key to life. When I went to school, they asked me what I wanted to be when I grew up. I wrote down ‘happy’. They told me I didn’t understand the assignment, and I told them they didn’t understand life." – John Lennon

Filozof Julian Baggini çağdaş yakınmalar üzerine bir araştırma yapmış ve insanların en çok şanssızlıktan, kaderden, kontrolleri dışında kalan şeylerden yakındığı sonucunu ortaya çıkarmıştır.

Eh çok da zararlı bir şey değil bu çünkü insan unutan bir varlık. Şimdiye kadar yaşadığım sıkıntıları nanosaniyede parmağıma batırarak aktarsalar, muhtemelen kalp krizinden ölebilirim. Almayayım:)

Aslında şunu sormamız da gerekebiliyor kendimize, ister beyazyaka olun, ister mavi yaka, isterseniz öğrenci ya da girişimci, yaptığımız şeyden içimiz rahat mı? Bir anlam yaratıyor mu? Maddi olarak kendimize yetiyor muyuz? Bütün bunlar bize yetiyor mu?

Albert Camus "Le Mythe de Sisyphe" 1940 adlı yapıtında bu kısır döngüyü ve Sisifos'un kişiliğini şöyle tanımlıyor:

"Sisifos korkunç bir umutsuzluğu ve anlamsızlığı bilinçli olarak yaşayan, insan bir kahramandır. Sisifos insan yaşamının anlamsızlığı ve umutsuzluğu içinde insan onurunu, dış etkenlerin ve koşulların dayanılmaz baskılarına ve acılarına rağmen, olağanüstü cesur bir direnişle korur ve savunur. Sisifos umutsuzluğu ve anlamsızlığı bilinç gücüyle umursamayan ve alt eden bir kahramandır."

Ve bugün herkes sorunsuz, kahkahalarla şen şakrak bir görüntü sergiliyorsa, bu durum sanki otomatiğe bağlanmış gibi bir algı yaratıyor. Haliyle de depresif kişiler neyin ters gittiğini anlayamıyor, ve kendilerini gülmseyen yüzler arasında yalıtılmış, yapayalnız hissediyorlar. (Hey, yalnız değilsin unutma lütfen!)

Bunun bir reçetesi var mı? Kişisel gelişim kitaplarında, dizilerde, programlarda dergilerde pohpohlanan reçeteleri alıp kendimize uygulamaya çalışıyoruz. Oysa ki tek reçete, hiçbir reçetenin olamayacağıdır. İnsanların karmaşıklığı herkes için geçerli reçeteleri olanaksız kılar. Fakat teşhis koymak, yani sorunu tanımlamak çözümün tam da başlangıcıdır.

"We cannot change what we are not aware of, and once we are aware, we cannot help but change.” ― Sheryl Sandberg

Çoğu kişi mutluluğun peşinde koşulacak bir şey değil, tesadüfler sonunda ortaya çıktığını sanır. Fakat aslında hep kovaladığımız bir kelebek gibi avuçlarımızdan uçar. O kadar hassastır ki, avuç içlerinizde tutup sıkarak onu boğmak istemezsiniz. O yüzden o sizin üzerinizde ve önünüzde uçtukça ona hayranlıkla bakarız. Yakaladığımızda ne yapacağımızı bilmeden…Öylece bakakalırız…

Mutluluğun en büyük getirisi belki de kendini hissetmekten çok, beraberinde getirdiği olabilirliklerin heyecanıdır. Dünya birdenbire zenginleşir, renkler daha parlak, sesler daha güzel gelir kulağımıza. Her şey daha anlamlı, daha yabancı ve daha ilgi çekici görünür. Gözler daha net görür, zihin daha hevesle düşünür, yürek daha güçlü atar ve bunlar yaşamdan keyif almakta birleşir.

"Kimi durumlarda neler düşündüğü konusunda bir soruya kişinin “hiç” yanıtını vermesi bir yapmacık olabilir. Sevilen yaratıklar bunu iyi bilirler. Ama bu yanıt içtense, boşluğun çok şeyler anlattığı, günlük devinimler zincirinin koptuğu, yüreğin kendisini yeniden düğümleyecek halkayı arayıp da bir türlü bulamadığı şu garip tinsel durumu belirtiyorsa, o zaman absürdlüğün ilk belirtisi gibidir. – A. Camus

Bizim bakış açımızı değiştirmeye ihtiyacımız var sanki biraz. Yaşam yaşamaya değer! Şimdi birisi size sorarsa ne düşünüyorsun diye, “Hiç” diye cevap vermeyin lütfen, olur mu?

Sevgilerimle,

Gizem

www.gizemsahan.com

PS1: Sisifos’un hikayesi burada bitmiyor, yarın da birlikte nasılları konuşacağız:) Arkası yarın…To be continued…

PS2: Bu arada bu cumartesi günü bakış açımızı değiştirecek bir etkinliğe davet etmek istiyorum sizi. Detaylar için bana mail atabilirsiniz: gizemsahan@gizemsahan.com.



Recent Posts
Follow Me
bottom of page